1445 Hicrî senesinin sonuna yaklaştığımız bugünlerde bir Kurban Bayramı daha geçti. Bilhassa Gazze’deki din kardeşlerimizin İsrail’in vahşetine maruz kaldığı bu sene ne Ramazan; ne de Kurban’ı gönül rahatlığıyla bayram havasında eda edemedik. Mevlâ, kâfirlere karşı bize yardım etsin! (Amîn).

Kurban ve bayram hakkında hayatım boyunca edindiğim hatıralar ve daha ziyade bendeki çağrışımlar etrafında epey zamandır yazmak istiyordum. Bu yazıyla bir giriş yapalım konuya!

Şu hayatta en çok duymuş olduğum kelime herhalde: “Kurban”dır. Daha üç yaşına bile girmeden, sadece benim için, pek kuvvetle muhtemel, en az üç bin kere kurban kelimesi kullanılmıştır. Bilhassa Doğulu kadınların, her bir harfin üstüne şeddeli basa basa: “Ezzz qurbana te” deyişleri kulaklarımda hep çınlamaktadır. Kurmanc köyünün hemen berisinde kasabaya indiğinizde aynı şeddeli tonda: “Sana gurbann olam” deyişini duymuşluğum çoktur Türkmen katunlarından.

Hiç unutmam, bir gün (rahmetli) Şahnaz nenem, altı yaşlarında koca bir oğlan olduğum halde beni sırtına almış: “Ezz qurban..” diye diye Bulanık’ta Terekeme mahallesindeki arkadaşlarından birinin evine götürmüştü. Aslında Türkmen’in bizim yöredeki söylenişidir: “Terekeme” ve söz konusu olan bu dünya tatlısı Türkmen ahalisi, Kafkaslar’dan Anadolu’ya göç edip gelmişlerdir. 1980’lerin sonuna kadar Muş – Bulanık’ta şehir merkezi ahalisinin çoğu Terekeme’ydi. Etrafımı saran Terekeme kadınlar adeta zikir çekercesine: “Hayy gurban olduğum, ne de güzel uşağ..”deyip envai çeşit iltifat ve ikramlara boğmuşlardı beni. Böylesi ortamlarda yetişen çocukların unutamayacakları baş kelimelerdendir kurban.

İnsanın insana kurban edildiği ve dahası insanın sevdiğine kurban olmaya can attığı belki de on binlerce yıllık Doğu geleneğinde kurbandan daha önemli başka ne gerçek olabilir ki? Hemen her baba İbrahim ve her oğul İsmail’dir. Kurbanla yatıp, kurbanla kalkan ve üstelik bunu kutsal bayram ritüeline bürümüş dünyamızda koyun ve koçlardan çok Koçyiğitler yere serilmiştir. Kurban olmanın ya da kurban edilmenin Koçyiğitler faslı nice destanlara, kıssalara, menkıbelere, türkü ve deyişlere konu olmuştur. Onları hemen hepimiz kutsal – kadim – anonim kitaplardan okumuşuzdur.

Ancak kurbanın tarihinde kadın kısmı, tarihin huzurunda daha derin bir mevzu olmasına rağmen sessiz - sedasız geçilmiştir. Tek tanrılı inancın kutsal metinlerinin hemen hepsinde kurban eden ve kurban edilenin erkek kıssasında İbrahim ve İsmail başroldedir. Ancak hepimiz biliyoruz ki, en çok kurban edilen ya da kurban olanlar kadın kısmıdır. Nitekim bizim bu kadim kurban coğrafyamızda: “Kurban” kelimesini en fazla kadınların ağzından duyarsınız. Babanın ağzından kurban lafını kurban bayramı vesilesiyle koyunu koçu ya da danayı kesmek işinde duyabilirsiniz. Ancak ana her dem size kurbandır.

İbrahim’den İbrani’den bize “kurban” kelimesi bütün dinî anlam çerçevesiyle birlikte sunulmuş ve İbrani – Arap dünyası bugünkü İslâmî kurban inancını şekillendirmiştir. Geçenlerde bir arkadaş: “Kurban da yaklaşıyor” şeklinde o çok kullanılagelen ifadeyi kullanınca gayri ihtiyari gülümsemiş ve: “Kurban ne zaman uzaklaştı ki?” karşılığını verdim. Normalin ötesine çıkmamışlığın etkisiyle uzun uzun suratıma bakmış ve ne demek istediğimi haliyle anlamamıştı. Sonra biraz basitleştirerek izah ettim de rahatladı garibim. En azından akıl sağlığımın yerinde olduğuna hükmetti. 

Efendim, zaten kurban yaklaşmak, yakınlık kurmak anlamına geliyor. Arapçada: Kurb” yakınlık manasındadır ve kurban buradan türetilmiştir. Osmanlı zamanı elit ilim adamları: “Aralarında bir kurbiyyet hasıl olduğunu” söylerlerdi mesela, yakınlaşmayı ifade etmek babından. Akraba kelimesi de kurbanla sıkı ilişkilidir. “Allah, yakınlara bakmayı emreder” ayet-i kerimesinin Arapça orjinaline bakın, orada kullanılan kelime: “Kurba”dır (Nahl 90).

İşte, kurbana neresinden bakarsanız bakın, yakınlık ifade edecektir. İşin dinî mantığında kişide, kurban kesmek sayesinde Allah’a yakınlaşacağının inancı hâkimdir. Bunca kurbanları sana yakın olabilmek inancıyla kesiyor ve bunca kanı yine aynı inançla akıtıyoruz. Oysa O, hayvanların etleri, kanları ya da kemikleriyle kendisine yaklaşılamayacağını bizzat bildirmiştir. Gösterişten uzak, ölçülü amel ve ibadetler bizi Yaradan’a yaklaştırabilir ancak (Hacc 36 – 37).

Öte yandan İnsanın insana kurban adetini yasaklamış olsa da Allah, insan insanı kurban etmeye devam ediyor. Bir İsmail bu sayede kurtarsa da boynunu (Saffat 107), nice yiğitler ondan sonra da boğazlandı asırlarca ve üstelik Allah adına güya!

ve ister istemez soruyor insan: Bu nasıl bir dünya. Yeryüzünde işlenen ilk cinayetin temelinde Kabil’in kurban kıskançlığı yatıyordu maalesef. Kurban – Cinayet ve kıskançlık bu en eski ben-i Adem kıssasında (Maide 27) karşımıza çıkıyor böylece.

Gün gelip, kurbanın bütün yanlış telakkilerini sorgulayıp, gerçek bir kurban anlayışına kavuşacak mı Kabil’in çocukları?

Nimetullah sofrasına gerçek kardeşlik ruhuyla, birbirini sömürmeden, kurban adı altında cinayetler işlemeden oturacaklar mıdır acaba?

DR. SALİH EROL